MUSTAFA ŞAHİN (GIŞ) KHUNCEKO
   
 
  Çerkes Ethem

Çerkes Ethem Belgeseli: http://video.google.com/videoplay?docid=38742194019452782&ei=CDotSdy5H4Kg2gL-493FBQ&hl=tr

Çerkes Ethem :
Çerkes Ethem'i Doğru Anlamak :
Milli Kahraman Çerkes Ethem :
Ürdün'lü Yaşlıların Ağzından Çerkes Ethem :
 



Çerkes Ethem :

Vehbi Vakkasoglu

 

Kendisinden büyük dört ağabeyi askerdi. İkisi Rum eşkıyalarıyla çarpışırken ölmüşlerdi. Diğer iki ağabeyi Reşit ve Tevfik Beyler de zabit idiler. Reşit Bey, Osmanlı İmparatorluğunun gizli teşkilatı olan TEŞKİLAT-l MAHSUSA' da vazife aldı. Trablusgarp Savaşında bulundu. Burada,ayrı cephelerdeki Mustafa Kemal ve Enver Paşa'larla tanıştı ve yakınlaştı. Daha sonra Balkan ve Batı Trakya harekatına katıldı.

 

Babası Ali Bey Ethem' i zabit yapmak istemedi. Çakır adını taktığı 1.96 boyundaki, atak ve cesur en küçük oğlunu çok seviyor ve yanından ayırmak istemiyordu. Fakat o, askerliğe vurgundu mutlaka bu mesleğin adamı olmak istiyordu. Bu iştiyakla 19 yaşında Istanbul'a kaçtı, fakat Rüştiye mezunu olduğu için ancak Küçük Zabit Mektebi'ne girebildi. Mektebi birincilikle (zabit vekili) olarak bitirdi. Bulgar cephesinde kahramanca savaştı, yaralandı, madalya aldı.

 

Daha sonra Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Teşkilat-ı Mahsusa'nın büyük bir teşebbüsüne iştirak etti. Bu teşebbüsle, (İran-Türk Anavatanı'na (Orta Asya’ya) yol açmak isteniyordu.

 

Oralarda Rus ve Çin baskısı altında esir yaşayan Müslüman-Türkler Osmanlı kuvvetleriyle nizamli bir şekilde takviye edilerek ayaklandırılacaktı. . Böylece Bolşevikliğin içten karıştırdığı Rusya, bu dış tesirle parçalanacak, esir müslümanIar istiklallerine kavuşacak, Osmanlı İmparatorluğu’na yeni ve taze bir güç kaynağı olacaktı.

 

Ethem bu harekata Hamidiye Kahramani Rauf (Orbay) Bey'in maiyetinde katıldı. Ali İhsan Paşa Hemedan'i fethetmişti. Buradan Kabil üzerine sevkedilen öncü akıncıların başında da Ethem vardı.

 

1918 yılı başIarında, yine TeşkiIat-ı Mahsusa kadrosu içinde Irak Harekatında iken, yaralandı ve Bandırma'daki baba ocağına döndü.

 

Emrinde çaIıştığı kumandanları ve silah arkadaşları Ethem'in "terbiyeli, itaatIi, sakin, sigara dahil hiçbir kötü alışkanlığı olmayan, cesur ve atak, askerlik mesleğine ve vazifesine bağlı" bir insan oldugunda ittifak halindedirler. O kadar askerliğe bağlıdır ki: Babası onu 15 yaşında nişanlayınca kıza gider ve: "Ben asker olacağım. Cephelerden dönecegimi zannetmiyorum. Benim hayatımda tek sevdigim şey harbetmektir. Sana yar olamam ve sonra vicdan azabı çekerim. Sen beni istememiş ol" der.

 

Gerçekten de öldüğü zaman vücudunda çeşitli cephelerden aldığı 17 yara izi taşıyordu ve yükseleceği son kıdem derecesini de almış, hak edebileceği bütün takdirname ve madalyaları da almış bulunuyordu. İzmir'in Yunanlar tarafından işgalini takip eden günlerde Bandırma'da bulunan Ethem Bey kendisini ve geçmiş hizmetlerini çok iyi bilen Ali Fuat Paşa tarafından Ege'de sağlam bir mukavemet cephesi kurmak için davet edilince, imkansızlıkların verdigi ümitsizligi bir yana atarak ve ilk defa olarak silaha sarıldı. Teşkilat-ı Mahsusa'nın bu "tecrübeIi ve cesur gerilIacısı" milletin devletsiz kaldığı bir yıl içinde hayati ehemmiyet taşıyan zaferlerin başarılı komutanıdır. "Kuva-yı Seyyare Umum Kumandanı" ünvanı ile önce kendi bölgesinden topladığı, sonra gittikçe kuvvetlendirdiği ordusu ile, Yunanların tam teçhizatIı ordusuna kan kusturdu. Memleketin en buhranlı anında unutulmaz hizmetlerde bulundu. Ali Fuat Paşa ile görüştükten sonra, onun tavsiyesi ile, Salihli'ye,  Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşcubaşı'nın çiftliğine gelir. Bu geniş çiftliğin Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir silah deposu gibi önceden hazırlandığını Ethem hatıratında şöyle anlatır: " Eşref Bey'in çiftliği adeta silah deposu idi. Zahire ambarlari olarak bilinen geniş hangarların altı makineli tüfekIere kadar çeşitli malzeme ile doluydu. Ben daha bir sene evvel, Teşkliat-ı Mahsusa'nin muhtelif yerlerde silah ve malzeme depo ettiğini, harp mağlubiyet ile neticelenirse memleket içinde müdafaa hatları kurmanın tasarlandığını duymuştum... Teşkilat-ı Mahsusa'nın Reisi olan Eşref Bey'in bir mağlubiyet olursa, en tehlikeli mıntıkanın İzmir - Manisa - Aydın ve havalisi olacağını bilmesi çok - tabii idi. Emin yerler aranırken de kendi geniş Çiftliğini vatan müdafaası için merkez addetmiş olması da, isabeti anlaşılan tedbirdi."

 

Değerli tarihçi Cemal kutay, Ethem'in bundan sonraki faaliyetleri için şöyle der: Bu devre içinde gösterdiği faaliyet şekli diğerlerinin çok üstündedir. Ciddi, disiplinli, çalışkan, vazife dışında müsamahalı, cömert, ferdi ahlakı mükemmel, güven telkin eden, dış görünüşü heybetli, çok cesur, her hareketiyle giriştiği işin vatan hayrına olduğu kanaatını telkin eden bir kişidir... Ethem, Kasım 1919'da, Garp ve Merkez cephesi adı verilen geniş sahada Milli Müdafaa Cephesi’nin kumandanı oImuştur.. Müslüman köylerini basıp yağma eden Rum çetecilerini dağıtan ve reislerini öldüren odur. Ethem'in başlangıcı ile sonu arasındaki acaip çelişkinin ortaya çıkışında, kardeşlerinin fevri hareketleri ve kendisinin safığı dışında hangi sebepler rol oynamıştır? Bu sorunun cevabı nasıl verilmiş olursa olsun, "İhtiIafın asıl sebeplerinin kendisinden kopup gelmediğini, başkalarının hazırlığı olarak kabul ettirilmeye çalışıldığını" söyleyenler çoğunluktadır. Bu, "başkaları" kimlerdir? Hadisenin umumi akışı, bunları açıklamaktadır. Ethem Bey hakkında çeşitli gizli kuruluşlara girdiği ve desteklediği hususundaki söylentilerin de onun akibetinde müessir olduğu görülmüştür. Fakat o, bütün bu iddiaIarı reddetmiş, "gizli-açık hiç bir guruba katılmadığını" ısrarla söylemiştir. Hususan Bolşevik emellerine alet olarak teşekkül ettirilen "Yeşil Ordu" ile hiç bir alakasının bulunmadığını, kendisinin kimseye "yoldaş" hitabıyle mektup yazmadığını, fakat bu hitabı taşıyan mektuplar aldığını, nakleder. Mustafa Kemal Paşa’dan da "yoldaş" diye hitap eden bir mektup aldığını ve onun şöyle yazdığını söyler:" Üçüncü Enternasyonale bağlı olarak Ankara'da bir umumi Merkez kuruldu. Bu Cemiyet-i Merkeziye'ye ben, sen ve Refet Bey alındık."

 

Ethem komünizme asla inanmadığını her vesile ile tekrar eder. Nitekim hatıralarının bu olayı anlatan kısımlarının hemen altında şu satırlar var: "Aradan az zaman geçince Kafkasya'daki milletler aleyhinde yine Rus zulmü başladı. Çarlığın yaptığını Bolşevikler daha başka metodlarla devam ettirdiler. Gerçekten de komünistler, müslüman-halklara istiklal vaad ederek Çar’ın zulmüne karşı kendi tarafına çekip ayaklandırdıkları halde ve onlardan hakim oluncaya kadar çok hayati istifadeler sağladıkları halde sonradan Çarlığın zulmünü aratacak mezalime giriştiler, sadece maddelerini değil, ruhlarını da, milli varlıklarını sömürüp yok etme yolunu tuttular...Ancak, "Türkiye'de Sol Hareketler" adlı eserde, "Çerkez Ethem taraftarlııı yapan birkaç aydından" söz ediliyor. Bundan da anlaşılıyor ki, o zamanki komünist hareket Ethem Bey'in kuvvetini istismar etmek, kendi taraflarına çekmek ve istifade etmek istemişlerdir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın Çerkez Ethem kuvvetlerini ezerken de komünist hareketleri ustaca kullandığı yine aynı eserde yazılıdır.

 

Adapazarı’nı asilerin elinden kurtaracak taarruz için, İsmet Paşa harekete geçmekten çekiniyordu. Buna rağmen Ali Fuat Paşa, Ethem’i bu isyancıIarı bastırmak için hemen harekete geçirmişti. Ethem büyük bir başarı kazandı, Adapazarı'na girdi. Aslında İsmet Paşa, diger kumandanların aksine, milis kuvvetlerin vazifesini bitirdiğini, derhal nizami kuvvetlerin kurulması ve bunların yerini alması görüşünü savunuyordu. İsyanların Orta Anodolu'ya sıçradığı, Yozgat ve çevresinde alevlendiği günIerde Erkan-i Harbiye Ethem Beyi kuvvetleriyle doğrudan doğruya Ankara'ya davet eder. Ali Fuat Paşa, bunun asla doğru bir hareket olmadığını İsmet Bey'e (İnönü) bildirir ve sebebini şöyle açıklar: "Ethem Bey'in olmasa bile ağabeyleri Reşit ve Tevfik Beylerle, meclisteki bir kısım milisli mebusların, Ethem'in arkasına geçerek uzun vadeli hadise çıkaracaklarını ve neticede halkın içinden yetişmiş, basit düşünceli aile ve ırkının hususiyeti olarak ağabeylerine körü körüne bağIı, Milli Müdafaa vekili olmayı düşündüğünü yakından duydugum Reşit Bey'in telkini ile tehlikeli maceralara sürüklenebiIecek cidden bir halk kahramanı olan Ethem'in başını yiyecekleri ve dolayısıyla o buhranlı günlerde memleketine daha çok değerli hizmetler yapabilecek fedakar bir evladından mahrum kalacağının elemi içinde Ethem'i cephesine iade için harekete geçtim."

 

Fakat Ali Fuat Paşa bu teşebbüsünde muvaffak olamayacak bu arada Ethem'in Ankara’da büyük merasimle karşılandığını duyacaktır. Yoksa, hususi bir kasıt ve belli bir plan dahilinde Ethem'i harcamaya karar mı verilmişti? Ali Fuat Paşa: "Hiç olmazsa Ethem, şahsen hürmet edebileceği bir kumandanın mesela çok saygı gösterdiği ve hepimizden kıdemli olan Yusuf İzzet Paşa’nın emrine verilebilirdi. Bu maalesef yapılmamıştır. Hadiselerin hiç de tahmin edilemeyecegi şekilde kendi haline terkedilmesi, endişelerime ne yazık ki hak verdirmiş, ilk günlerin fedakar bir mücahidi alnında kara leke, vatanın sınırları dışına itilmiştir" diyor.

 

Evet, tecrübeli, saf ve siyaset bilmez Ethem'i "hain" damgasıyle kimler veya kim itmiştir vatanın dışına? Bu sorunun cevabı açık ve net olarak göz önünde degilse de, dolaylı ve biraz bulanık şekilde açıktır. Ne var ki, tarafları ölmüş bu davanın hesaplaşması ancak Mahkeme-i Kübra'da olabilecektir.

 

Hadiselerin nasıl geliştiğini baş ve esas kaynağımız Cemal Kutay beyefendinin tesbitlerinden kısaca takip etmekte fayda görmekteyiz. Böylece hadiselerin tabii seyri içinde gerçeklere ışık tutacak bir takım ipuçları yakalayabileceğiz.

 

İzmir'den Akhisar'a yürüyen 20-30 bin kişiIik Yunan kuvvetini 3 bin civarındaki kuvvetiyle, hem de bozuk ve iptidai silahlarla durdurmuş ve şiddetli bir mukavemet ve direniş meydana getirmişti. Ege bölgesinde yer yer başka mukavemet cepheleri de açılmış kahraman müslüman-Türk milleti hiçbir şahıs ve makamdan emir almadığı halde harekete geçmiş, imkansızlıklar içinde işal kuvvetlerine karşı çıkmıştır. 19 Mayıs l9l9'dan, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin resmen açılış tarihi olan 23 Nisan 1920'ye kadar süren bir yıla yakın zaman içinde müttefiklerinin her türlü yardımına rağmen Yunan ordusunu olduğu yerde durduran ne idi? Bu soruyu, Kuvay-i Milliye (Milletin kuvveti) diye cevaplamak  gerek. Milletin imanından aldığı sonsuz güç,işte Ethem bu gücün içinden çıkmış bir insandır. Ethem çok tehlikeli iç isyanları büyük bir maharetle bastırmayı bilmiştir. Anzavur çetesi'ni dağıtmış, Balıkesir'i kurtarmıştır. 0 zaman Erkan-i Harbiye Reisi olan İsmet İnönü ile aralarında şöyle bir muhabere geçer:

 

İNÖNÜ: Ethem beyefendi. Ben Miralay İsmet. Şu anda yanımda ağabeyiniz Reşid beyefendi ile Yusuf İzzet Paşa hazretleri var. Cümlemiz gazanızı tebrik ederiz. Büyük bir muvaffakiyet kazandınız. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa hazretleri de muhabbetle gözlerinizden öpüyor ve samimi tebriklerini iblaga bizleri memur etmiş bulunuyor. Nasılsınız?  
ÇERKES ETHEM: Çok teşekkür ederim efendim. Çok şükür iyiyim. Buradaki tedip hareketleri bitti. Anzavur mel'unu mağlup ve perişan kaçtı. Salihli Cephesi’ne karargahıma dönüyorum. Yunanların taarruzundan endişe ediyorum.
İNÖNÜ: "Ethem Bey... Anzavur'u tepelemekle Ankara'yı kurtardınız. Size hepimiz minnettarız. Bu güzel neticeyi ancak siz alabilirdiniz. Fakat şimdi burada daha büyük diyeceğim bir tehlike var: Ali Fuat Paşa hazretleri Geyve'de. Yirminci Kolordu Kumandan Vekili Mahmut Bey Düzce'de asiler tarafından pusuya düşürülerek maalesef şehit edildi. Kuvvetlerimiz bozuldu. BoIu-Mudurnu-Adapazarı asilerin elinde. İsyanın diğer mıntıkalara sıçramasından korkuyoruz. Ankara'nın şimal-i garbisindeki isyanları bastırmaya giden Arif Bey'de maalesef muvaffak olamadı. Ali Fuat Paşa hazretleri sizinle teması vasıtanızla temin edebildi. Sür'atIe imdadına gelmenizi rica ediyor.

 

Ethem bu isyan üzerinden silindir gibi geçer. Ancak kısa bir zaman sonra Yozgat'ta çıkan ve Ankara'ya yakIaşmakta olan daha tehlikeli bir isyan sebebiyle tekrar çağrılır. Ankara'da muzaffer bir kumandan gibi karşılanır. Mustafa Kemal Paşa kendi arabasına alır, evinde misafir eder tezahüratların arkası gelmez. Bu karşılanışında yeni gördüğü İsmet Paşa hakkında şu kanaata varır: "İsmet Bey'Ie ilk defa karşıIaşıyorduk. Daha sonra hayatımda menfilikler ve haksızlıkların kaynağı olan bu zatın ilk anda üzerimdeki intibaının derin olmadığını çehresinin ve hareketlerinin bariz hususiyet ifade etmediğini itiraf ederim. Fakat kendisiyle konuştukça ve fikirlerini dinledikçe, bir çok meziyetleri bulunan Erkan-i Harp hususiyetleri taşıdığını, fakat hiçbir zaman ZAFER'i temsil edecek KUMANDANLIK vasfına sahip bulamadım." Ethem, Büyük Millet Meclisi'ne davet edilir ve burada da mebusların coşkun tezahüratlariyle, tam bir milli kahraman gibi karşılanır. Ethem Bey, bu ardı arkası gelmeyen alkışlar ve methedici konuşmalar esnasında; hicabından ter içinde kaldığını söyler. Ethem, Yozgat isyanlarınıda büyük bir maharet ve sür'atle bastırırken başarısız bazı kumandanların da kıskançlık ve rekabet hislerine hedef olmaktan kurtulamıyordu. İlk kıpırdanmalar başlamıştı. Fakat o, bunları çok sonra farkedecekti. Ayaklananların çoğunun Ankara'dakilerin Bolşevik olduğunu, Ruslarla aynı düşüncede bulunduğunu, camileri yıkacaklarını, dini ortadan kaldıracaklarını zannettiklerini söyler Ethem.

Ethem Bey Yozgat'taki araştırmalarında isyanların Ankara Valisi Yahya Galip'in kötu idaresinden doğduğunun anlaşıldığını, derhal Yozgat’a gönderilerek mahallinde muhakemesini istemiş. Fakat Mustafa Kemal Paşa, daha sonra NUTUK'ta anlattığına göre, bunun hükümet üzerinde bir nüfuz denemesi ve selahiyetini aşmak gibi gördüğünden kabul etmez. Ethem’de ısrar etmez. Fakat ikinci çatlak da meydana gelmiştir. Çünkü, bazı mebuslar Yozgat'ta Ethem'in; Ankara'ya dönüşümde Mustafa Kemal'i Meclis'in kapısında asacağım gibi sözler söylendiğini duymuşlardı. Bu da Nutuk’ta söz edilir. Yozgat'ta iken İsmet Paşa'dan aldığı çok acele kayıtlı bir telgrafla Yunan Cephesi’ne çağrılır Ethem. Aniden Yunan taarruzu başlamıştır. Ethem Bey, kısa zaman içinde Alaşehir Ovası’na kadar olan sahayı düşmandan temizler ve Mustafa Kemal Paşa'dan bir tebrik telgrafı alır.

 

Daha sonra Gediz'de münferit halde bulunan bir Yunan kuvvetine taarruz planı yapılmıştı. Bunu o zaman Alayund istasyonunda bir araya gelen (Ethem’de dahil) kumandanlar kararlaştırmıştı. Fakat bu taarruzu nizami kuvvetlerle; Ethem'in kuvvetleri müştereken yapmıştı. İşte üçüncü ve büyük çatlak bu taarruzla meydana geldi. Çünkü Erkan-ı Harbiye (İsmet Paşa) buna taraftar değildi. Gediz muharebesinden sonra mühim bir münakaşa başladı. Çerkez Ethem ve arkadaşları nizamiye kıtalarının vazifelerini yapmadıklarını ve Kuvve-i Seyyareye yardımda bulunmadıklarını söyleyerek nizamiye kuvvetlerini gözden düşürmeye çalışıyorlardl. Buna karşılık nizamiye kıt'a kumandanları da Kuvve-i Seyyare'nin ciddi muharebeye girişmediklerini harp meydanını terkettiklerini söylüyorlardı. Bu münakaşa gittikçe büyüdü. İşte bugünlerde Ali Fuat Paşa' Ankara'ya gitmiş ve dönüşünde Moskova büyükelçiligine tayin edildigini bildirmişti.

 

Ali Fuat Paşa'dan boşalan Garp Cephesi ikiye ayrılarak Kuzey kısmına Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği uhdesinde kalmak üzere İsmet Bey (Paşa) Güney kısmına da Dahiliye Vekilliği uhdesinde kalmak üzere Refet Bey tayin olunmuştu.

 

Herşey Garp Cephesi’ne İsmet Paşa'nın gelmesiyle başlamıştı. Daha evvel ihtilaf değil; tam bir uyum ve intibak vardı. Ethem; zahiri sebepleri, şekli, mürettep ve kasıtlı saymakta, memleketin mukadderatında "yeni mikyasların hüküm sürer" olduğunu kabullenmektedir. " Artık bütün orduda ve memleket mukadderatında yeni mikyaslara ve şahsiyetlere göre hakimiyet tedbirleri almak icap ediyordu. Bunun için de vesile bulmak şarttı. İşte Gediz taarruzu bir müddetten beri aranılmakta olan sebep telakki edildi. Esasında tamamen muvaffak olmuş ve başIamasından evvel kaararlaştırıImış hedeflerine vasıl olduğu elimize geçen vatan toprakları ile anlaşılmış olan muharebeye muhtelif mana verilmesi ve teşhisler konulmasının hakiki sebep ve mahiyeti bu idi. "Nitekim daha sonraki hadisat bu ihtimalin mihverinde cereyan etti"

 

Ethem hatıratının bir başka yerinde daha açık ve sarih olan şu kanaatini söyler: "Ben zannediyorum ki, Ali Fuat Paşa'nın Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılmasının hakiki sebebi, İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa'yı ikna etmeleri ve vaziyeti müsait bulmalarıdır."

 

Ethem Bey, her türlü ayrılık ve huzursuzluğun İsmet Paşa ile başladığı hususunda ısrar eder. Hatta kendisine (ÇERKEZ) lakabının takılmasının bile İsmet Paşa'dan sonra olduğunu söyler. Halbuki ırkçılık gayreti gütmediğini belirtir ve: "Hepimiz Osmanlı idik. Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsa idi yedi göbek seceresi karışmamış, vatanda kim kalırdı" der.

 

Garp cephesindeki değişiklikten sonra, kumandanı olduğu "Kuvva-i Seyyare"yi Çok ustaca bir programla tasfiye etme planının tatbikata konulduğunu gören Ethem Bey, kendisine ilk planda İsmet Paşa'nın muhatap olacağını düşünerek görüşmek ister, Eskişehir'e gelir. O akşam ziyaretçi kabul etmeyeceğini bildiren İsmet Paşa'nın makam odasına gider ve kapıyı vurmasıyla girmesi birolur. Maiyetindeki muhafızları dışarıda bırakmıştır. Aniden Ethem'i karşısında bulan İsmet Paşa'yı, Çerkez Ethem şöyle tasvir ediyor: " Başını kaldırınca beni gördü. Bakışlarında hayret ve ürkeklik vardı. Ayağa kalktı, şaşırmıştı tereddüt geçirdi, sonra süratli adımlarla bana doğru geldi. Yüzündeki şaşkınlığı hemen tebessüme çevirmeyi başardı. İki eliyle ellerimi tuttu, daha sonra ellerini kollarıma doğru çıkardı ve o vaziyette konuşmaya başladı: "Ne vakit teşrif buyuruldu?. Elleriniz sıcak ve ateşIi. Doktorunuz seyahatinize nasıl müsaade etti? Hastalığınızı hakikaten merak ediyordum. Şöyle buyurun."

 

Fakat Ethem kararlıdır: "Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhimize gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor. Ricam şudur: Eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyiniz." diyen Ethem, arada konuşmak isteyen İsmet Bey'i susturur ve "Ben sizinle açık ve ciddi konuşuyorum ve böyle olmanızı rica ederek açık ve samimi cevap bekliyorum "diyerek sözlerini bitirir. İsmet Paşa Ethem'i çok başarılı şekilde teskin eder: "Allah fesatcıların cezasını versin." diyerek başlar: "Ethem Beyefendi. İtimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım.” sözleriyle devam eder: "Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı hisde olduğunuzu çok iyi biiyorum.” diye bitirir konuşmasını. Ne varki kısa bir zaman sonra Ethem Bey ve kuvvetleri arkadan nizami kuvvetlerle, önden de Yunan ordusu ile sıkıştırılmaya başlanmıştı. Çember günden güne daralıyordu. Anlaşma sağlamak için gelen mebuslar heyetinin gayretleri neticesiz kaldı. Mebuslardan kurulu heyet Ethem'e geldiğinde; o, "hayatımın en büyük hatası" dediği telgrafı Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne çekti. Meclis Reisi, Mustafa Kemal Paşa idi. Ethem Bey, iki ateş arasında kalmanın şaşkınlığı ve kendisine karşı olan tavırların birdenbire değişmesi dolayısıyla asabının çok bozulduğunu, bu sebeple kendisine hakim olamayarak bu telgrafı çektiğini söyIer. Gerçekten de, Mecliste büyük ekseriyetin kendisini müdafaa ettiği bir zamanda gelen bu telgraf durumu değiştirmiş ve Ethem'e karşı harekete geçen kumandanlara hak verdirmiştir ki, bu bakımdan büyük bir hata olmuştur. Ethem Bey bu telgrafta israflardan, hadiselerle layiki gibi alakadar olunmadığından, müktesep haklara hürmet ve vefa gösterilmediğinden çok sert ve acı bir lisanla bahsettiğini söylüyor; Meclis bunu bir tehdit ve hakaret saymıştır.

 

Ethem Bey kıskacın gittikçe daralmakta olduğunu görüyordu. Bunun üzerine kardeş kanı dökmemek için emrindeki kuvvetleri, arkadan gelen, İsmet Paşa'nın gönderdigi nizami kuvvetlere teslim olmaları hususunda ikna etti. 'Silahlarını, toplarını, malzemelerini teslim mevzuunda, Pardı Pehlivanı vazifelendirdi. Kendisi çaresizlik içinde kaldı ve neticede görünen akibetten kurtulmak için Uşak'taki Yunan makamlarından, geçiş müsaadesi istedi. Yunanlar, sonradan riayet etmeyecekteri bir geçiş protokolu imzaladılar. Ethem gibi bir kumandanın cepheyi terketmesi arayıp da bulamayacakları bir nimetti.

 

Ethem Bey, bedenen ve ruhen çok perişan bir halde önce İzmir'e getirildi, bir müddet tedavi edildi. Sonra Atina'ya gönderildi. Yanında eski bir yaverinden başka kimse yoktu. Tedavisi imkansız görüIdüğü için' Almanya'ya gitti, orada da senatoryumda yattı. Aylar süren bu tedavi sürsince ona şevk ve heyecan veren bir büyük ümit vardı: Enver Paşa'nın Türkistan ve Orta Asya'da giriştiği harekatı tek kurtuluş, yolu olarak görüyor ve ona iltihak edip, emrinde çalışmak için can atıyordu. Fakat daha tedavisi bitmeden bir ay önce Paşa'nın komünist Rus kurşunlarıyla şehit edildiği haberi Ethem Bey'i müthiş bir şekilde sarsıyor. Artık hayatının sonuna kadar içinde bu sarsıntının acısını, alnında "Hain" damgasının ağırlığını taşıyacaktır.

 

Halbuki Çerkes Ethem'in arkasında bırakıp gittiği kuvvetlerin büyük yardım ve desteğiyle 1.İnönü Zaferi kazanılmıştır. Ethem yurdu terkederken büyük bir servet kaçırabilecekken, buna tenezzül etmemiş, gurbet ellerde perişan ve sefil olmayı göze almıştır.

 

Onun katır yükü altın götürdüğü ve kuvvetleriyle Yunan ordusuna katılıp, onlarla müştereken Türk kuvetlerine saldırdığı şayiaları çok sonradan ortaya atılmış iftiralardır. Ethem Bey'in yurda dönmek serbest ve tarafsız bir mahkemede hesap vermek isteği de mümkün görülmemiş, 150'likler denilen ve Lozan anlaşmasından sonra yurda girmesi yasaklanan kimselerden sayılmıştır. Ethem'in gurbet hayatı maddi sıkıntılarla doludur. Giderken, elindeki bütün imkanlara rağmen, hiçbir şey götürmemiş, Yaveri'nin servetinden istifade etmiştir. 0 kadar ki, yarım okka pekmeze üç okka ekmeği banıp da 12 gün geçirdiği zamanlar olduğunu hatıratında yazar. Ethem Bey, bütün geçmiş hizmetleri unutularak, ancak birkaç hatası hatırlanarak haksız yere "Hain" denmesinin acısı ile herşeye küskün, münzevi yaşadı. Mısır, Lübnan ve Ürdün'de yerIeşti. 1937 yılında 150'Iikler affedildi, vatana dönmelerine müsaade edildi. Mustafa Kemal iki yıl önce bu affı çıkarmak istemiş, fakat BaşvekiI İnönü'nün muhalefetiyle geri kalmış idi. O tarihte Başvekil olan Celal Bayar bu affa imza koymuştur. Ethem'in iki ağabevi (Reşit ve Tevfik Beyler) döndükleri halde, Ethem Bey, ihtiyari gurbetine devam etmiş ve ısrarlı davetlere şu cevabı vermiştir:

 

"Ben milletime ve tarihe HAİN diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkum ediImiş bir adamım. Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücedele’de hepsinden kıdemliyim. Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım. Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hakimler önüne çıkabilecek miyiz? Haydi bunlar oldu diyelim ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatIarı nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatları ele almasını ümit etmiş olarak gözIerimi kaparım."

 

Ethem Bey 1948 yılının Eylül'ünde Amman'da ömrünü tamamladı, mütevazi bir merasimle Şeria nehrinin kenarında toprağa verildi. ...

 

EK: Çerkez Ethem'in hizmetlerini vatan için samimi ve cesur çalışmalarını yazmamız garipsenmiş, ve bazı münakaşalara yol açmış. Her şeyden önce bilinmesi gerekli olan şudur ki, biz bu sütunlarda bilinen tarihi, para ile yazdırılan, tahrif edilen tarihi değil; mümkün mertebe bilinmeyeni, anlatılmayanı; hatta bir bakıma, hadiselere şimdiye kadar dokunulması cesaret meselesi sayılan tarzda yakIaşmaya ve bakmaya çalışıyoruz. Bu bakımdan, Çerkez Ethem hakkında yazılmış olanların bilinmemesi mühim değildir. Mühim olan anlatılanların doğru olup olmadığıdır. Neler demişiz:

 

a) Milli mücadelenin ilk devresinde Ethem Bey kahramandır; o devredeki hizmetlerini kimse inkar edemiyor.
b)
Daha sonra İsmet Pasa ile çıkan ihtilaflarda Ethem Bey'in yalnız kalmadığı, bir kısım meşhur kumandanında onun gibi düşündüğü bir çok hatıralarda anlatılmaktadır.
c) Hadisenin son devresindeki gelişmelere gelince; Çerkez Ethem'in komünist Yeşil Ordu'ya alet olduğuna ve onun namına harekete geçtiğine dair hiçbir delil bulunmadığı gibi; O, hatıralarında komünizmi şiddetle reddeder ve fenalığını kabullenir.

 

Ancak bazı çevrelerin çeşitli maksatlarla, Çerkez Ethem'i bu işe alet etmeğe çalışmaları ihtimali' mevcuttur ki, bu da Çerkez Ethem'i ilgilendirmez. Bilakis böyle bir cereyan olduğu halde kaılıp herhangi bir harekete geçmemiş olması itibariyle takdirini gerektirir.

 

Zaten, o zaman karargahına gelen mebuslar heyeti ve TBMM de onun masumiyetine kanidir. Buna karşı bir tavrın uyanması kendisinin çektiği ve sonradan çok pişman olarak, "hayatımın en büyük hatası" dediği telgrafIa başIamıştır.

 

Askerlikten anladığı kadar politikadan anlamaması sebebiyle; etrafında döndürülen entrikaları sezememiş, gerekli hareketleri yapamamıştır. Rakibi olan zat (İsmet Paşa) ise, askerlikten ziyade politikanın ehli idi. Çerkez Ethem, kendi itirafından da anlaşıldığı üzere, hadiselere karşı hareket etmek şöyle dursun, dönen dolapların bile farkına varmamış, kimlerin ne yaptığını kendisinin hangi planlarla harcandığını ölünceye kadar da anlamamıştır.

 

Bilerek, vatan ve millet aleyhinde çalışmadığının en büyük ispatı ise; Almanya'da bulunduğu sırada; Türkiye'deki, yakın dostlarına müracaat ederek, tarafsız bir mahkemede hesaba çekilmesi için müracaat etmesidir. Bu isteği o zaman Meclis Reisi olan Ai Fuat Paşa'ya ulaştırılmış, fakat netice vermemiştir Ali Fuat Paşa, bu hususu hatıralarında şöyle kaydeder: " Ethem'in tarafsız bir mahkeme önüne çıkması arzusu, o günler içinde elbette mümkün değildi çok mahrem ve hususi bir yolla gelen mektubuna cevap da vermedim çünkü müsait bir imkanla arzusunun hiç olmazsa kısmen yerine getirilmesini cidden çok arzu ettim. Fakat hadiseler buna imkan vermedi...

 

Ethem Bey'in kuvvetleriyle Yunanlara iltica ettiği ve hatta onlarla müştereken Türk askerlerine taarruz ettiği, külliyetli altın kaçırdığı iddiaları ise ispatsız iftiralardır. Ethem Bey, iki ateş arasında kalan her insanın yapacağını yapmış, askerlerini, silahını, orduya ait malzeme ve parayı bırakarak, hem de Türk ordusuna teslimini sağlamak suretiyle bırakarak Yunanlardan, işgal ettikleri saha üzerinden geçiş hakkı istemiştir. Bu hakkı önce veren, sonra da malum Yunan kalleşliği ile, onu tevkif eden, bir müddet bekleten Yunanlar nihayet serbest bırakmışlardır Böylece, Ethem Bey'in gurbet yılları başlamış oldu.

 

Üstelik, onun bu şekilde çekilmesi, TBMM kararı ile olmuştur. Bunu İsmet Paşa bir telgrafla Ethem Bey’e bildirmiştir. İsmet Paşa'nın yazısında şu cümleler var: "Hiç kimse size açık ve samimi bir kardeşlik yapmadı. İşte ben vaziyeti böyle hulasa ettikten sonra, Büyük Millet Meclisi'nin teklifi veçhile, BİRADERLERiNİZLE BERABER EMİN GÖRDÜĞÜNÜZ ŞEKİL ve TERTiPTE ÇEKİLMENİZİ hem şerefiniz ve hayatınız için, hem seyyar kuvvetler mensupları için en münasibi addediyorum...

 

Zaten Ethem Bey'in yaptığı, bizim de yazdığımız bundan başka bir şey değildir.

 

Bu sütunların hacmini aşacak bilgi isteyen okuyucularıma, değerli Tarihçi Cemal Kutay'ın iki ciltlik "ÇERKEZ ETHEM DOSYASl"nı tavsiye ederim.

 

Vehbi Vakkasoğlu
Bazan hazin, Bazan Rezil
BU VATANI TERKEDENLER.

 

Cihan Yayınları 1984

 

 Çerkes Ethem'i Doğru Anlamak :




"Beni ihanetle itham edenlere soruyorum: Ben ne zaman, hangi tarihte ve mevzide esasen müdafaa ettiğim cepheden bir adım dönmüşümdür, bir tek kardeş kanı dökmüşümdür?" Çerkes Ethem


Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecini ana hatlarıyla da olsa incelemiş olan bütün araştırmacıların hem fikir oldukları bir konu var: Kurtuluş Savaşı'nın hayati öneme sahip aşamaları geçildikten sonra M. Kemal'in önderliğindeki Ankara ekibi tarafından (Çerkes Ethem) hain ilan edilip tasfiye edildi. O günden bu güne epeyce şey söylendi ve yazıldı. Yazılanlarda doğrular olduğu gibi yanlışlar da var.
Çerkez Ethem'i Çerkez Ethem yapan süreç ağırlıklı olarak Kurtuluş Savaşı'nın 1919-1920 yıllarıdır. Çerkez Ethem esas olarak bu süreçteki tutumları ve mücadelesiyle tarihsel bir kişilik halini almıştır.
Çerkez Ethem Kafkasya'dan Anadolu'ya sürgün edilmiş ve Bandırma'nın Emreköy isimli köyüne yerleşmiş Çerkez (Şapsığ) bir ailenin beşinci erkek çocuğu olarak 1886 yaılında dünyaya gelmiştir. Babası Ali Bey'in ekonomik durumu fena sayılamayacak bir düzeydedir. Çerkez Ethem'in İlyas ve Nuri ismindeki iki ağabeyi Rumlarla girilen çatışmalarla ölmüşlerdir. Diğer iki ağabeyi Reşit ve Tevfik, babaları Ali Bey tarafından Harbiye'ye gönderilmişlerdir. Çerkez Ethem de ağabeyleri gibi Harbiye'ye gitmeyi çok arzular. Ancak babası Ali Bey "Çakır" diye hitap ettiği en küçük oğlu Ethem'in sürekli olarak yanında kalmasını ister. Çerkez Ethem 19 yaşına geldiğinde babası Ali Bey'in düşüncesi bedel-i nakdi vererek onu askere göndermemektir. Bu durumu hisseden Çerkez Ethem Bandırma'dan İstanbul'a kaçar ve askerlik hayatına başlar. Başçavuş olarak terhis olur. Balkan savaşına çürük sulu Mahmut Paşa ismindeki Osmanlı Subsayı'nın yönettiği kolorduda subay vekili olarak görev alır ve Bulgar cephesinde yaralanır.

 

Teşkilat-ı Mahsusa ile ilk bağlantı

 

Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında büyük ağabeyi Reşit Bey aracılığıyla Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişki kurar. Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkili olduğu dönemde Ruslara, İngilizlere çeşitli yörelerde faaliyetler yürüttüğü bilinir. Ancak fazlaca bir detay yoktur. En somut bilgi Teşkilat-ı Mahsusa içinde yer aldığı dönemde Irak seferinde yaralandığı ve yaralı olarak Bandırma'daki baba evine döndüğüdür.
Çerkez Ethem'in kendisi de anılarında bu döneme ilişkin pek bir şey söylememektedir. Çerkez Ethem iyileştikten sonra Ege Bölgesi'nin sosyo-ekonomik yapısının bir sonucu olan ve ezilen yoksul kesimin toplumsal muhalefetinin aldığı bir biçim olan efeliğe ilgi duymaya başlar. Yerel otoritenin ve jandarmanın zulmüne karşı yoksul köylülerin taleplerini sahiplenir.

 

Teşkilatın emrinde kurtuluş mücadelesi

 

30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı açısından son derece ağır bir yenilginin kağıt üzerinde resmileştirilmesi olan Mondros Anlaşması Ahmet İzzet Paşa Hükümeti tarafından imzalanır. Anlaşmayla birlikte yenilmiş Osmanlı ordusu büyük ölçüde silahsızlandırılarak tasfiye edilmişti. İstanbul İngiliz emperyalistleri tarafından fiilen işgal altına alınmıştı. Ayrıca emperyalist güçler Yunanlıların Batı Anadolu Bölgesi'nde nereleri işgal edeceklerini içeren haritalar çizmişler, Yunanlılar da işgal hazırlıklarına başlamışlardı. Fransızlar ve İtalyanlar işgal hazırlığında idi. Tüm bu gelişmeler karşısında İstanbul hükümeti sessiz kalıyor, emperyalist güçlerin ardı arkası kesilmeyen isteklerine, dayatmalarına boyun eğmekten başka çıkar yol bulamıyordu. Gelişmeler karşısındaki tepki, Anadolu'da halktan ve halkın tepkilerini sahiplenen efelerden gelen tepkilerden ibaretti. (Ege'de Ethem, Demirci Efe, Yörük Ali, Çukurova'da ise Salih Bey'in faaliyetleri örnek olarak verilebilir.)
Emperyalist işgal sürecinin başlangıcındaki tablo bu idi. 15 Mayıs 1919'da Yunanlılar İzmir'e asker çıkartmışlar ve hızla Ege Bölgesi'ni işgal etmeye yönelmişlerdi.
Çerkez Ethem Kurtuluş Savaşı'na katılımını hatıralarında şöyle aktarıyor:
"Umumi Harbin neticesi olarak en ağır şartlarda Mondros Mütarekesi kabul ettirilmesine rağmen galip devletler mütareke hükümlerini bozmaya başlayınca, İzmir'de teşekkül eden gizli cemiyetin kararı ile ben ilk isyan bayrağını tam 2,5 yıl önce aşmıştım."
Çerkez Ethem bu sözleri 1921 yılını ilk ayında söylediğine gere 2,5 yıl önce derken kastettiği yıl 1918 yılının 2. yarısı olması gerekiyor. Çerkez Ethem'in anlattığı şeyler içerisinde irdelenmesi gereken bir başka konu da sözünü ettiği gizli örgüt konusudur. Bu örgütün Teşkilat-ı Mahsusa olması büyük olasılıktır.

 

Tartışmalı fidye olayı

 

Çerkes Ethem'le ilgili çalışmalarda farklı yorumlara ve tartışmalara neden olan bir fidye olayı vardır. Çerkez Ethem 12 Şubat 1919 tarihinde İttihatçı olduğu söylenen İzmir Valisi Rahmi Bey'in oğlunu kaçırır ve 50 bin lira fidye alır. Önce bu konuda yapılan değerlendirmeleri aktaralım.
Doğan Avcıoğlu: "Çerkezler ile Müslümanların en içten koruyucusu olan Büyük Britanya'ya manevi bağlılık ve saygı duygularını göstermeyi başaramayan Ethem Bey, İngilizlerin tutukladıkları valinin oğlunu kaçırarak İngilizlere saygı göstermektedir. (Milli Kurtuluş Tarih C.2 Sayfa.576)

 

İzmir'de karaya çıkan Yunan askerlerine ilk kurşunu sıkmakla ünlenen gazeteci Hasan Tahsin ise olaya ilişkin olarak "Çerkez Ethem Bey ve arkadaşları Rahmi'nin
İttihak ve Terakki uğruna kullanacağı bu altın bombayı elinden alarak kansız ve arızasız bir biçimde şu zavallı vatanın selametle ilerlemesine güçleri ölçüsünde hizmeti düşünmüşler. (Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş Tarihi, c.2, sayfa 579)

 

Çerkez Ethem Olayı isimli kitapta Cemal Şener de, Çerkez Ethem'in kaçırma olayını, Demirci Efe'nin Derviş Ağa isminde bir kişinin oğlunu kaçırmasına özenerek kişisel nedenlerle gerçekleştirmiş olabileceğini öne sürüyor. (Aynı kitapta) Çerkez Ethem'in o sıralar İttihatçı düşmanı kesilmiş olduğunu bu olayın da bundan kaynaklanmış olabileceğini belirtmektedir. Bu son derece subjektif bir değerlendirmedir.

 

Çerkez Ethem'in kendisi ise konuya ilişkin şu açıklamayı yapıyor:
"Seyyah haldeki kuvvetlerimin iaşelerini kendi yöntemlerimle temin ederdim. Bir yerde kaldığımız zamanlarda İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden önce Müdafa-i Hukuk ve işgalden sonra reddi ilhak ve daha sonraları Müdafa-i Milliye Cemiyetleri vasıtasıyla askerlerimi beslerdim. Maaşlarını da bu cemiyetler vasıtasıyla verirdim. İşgalden önce Yunan tehlikesi belirdiği zaman İzmir Valisi Rahmi Bey'den 50 bin Lira isyanları bastırma sırasında Adapazarı tüccarlarından Arapzade bilmem kimden, bir de Karacabey eşrafından birisinden 5 bin Lira almıştım. Cephaneleri teşvik etmek kuvvetlerimi tutmak, itilaf devletlerinin işgalindeki Afyon ve Kütahya mühimmat depolarından gizlice cephane alabilmek için bana para lazım." (Ç. Ethem Anıları Berfin Yayınları, sayfa

 

Rahmi Bey'in oğlunun kaçırılıp fidye alınması olayının doğruluğu ve yanlışlığı bir kenara kabul edilmesi gereken gerçek, Ethem'in henüz Yunan askeri İzmir'e çıkmadan önce birtakım hareketlilik ve faaliyetlilik içinde olduğudur. Ethem anılarında "Yunan tehlikesi belirdiği zaman" diyerek olayı hangi amaçla gerçekleştirdiğini açıklamaktadır. Avcıoğlu'nun eylemin İngilizlere saygı gösterisi için yapılmış olduğu şeklindeki değerlendirmesinin tutarlı bir yanı yoktur. Çerkez Ethem o sıralar kendi ifadesi ile Yunan tehlikesine karşı isyan bayrağı açmış durumdadır. Yunan tehlikesinin ardındaki gücün İngilizler olduğu çıplak olarak ortada dururken Çerkez Ethem'in savaşmayı planladığı yüzün arkasındaki yüze saygı gösterisinde bulunabileceğini düşünmek büyük bir subjektifliktir.
Ethem'in babası Ali Bey'in ekonomik durumunun iyi bir düzeyde olduğu başka kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Çerkez Ethem'in kişisel nedenlerle gerçekleştirmesi için bir sebep yoktur. O dönemlerde Çerkez Ethem'in hızlı bir İttihatçı düşmanı olduğu da tartışma götürür bir konudur. Çerkez Ethem'in kendisi böyle bir gelişmeden hiç söz etmemektedir. Daha sonraki süreçteki ilişkiler iddia edildiği gibi hızlı bir düşmanlık değerlendirmesini doğrulamamaktadır.

 

Çerkez Ethem'in Anadolu'ya geçişi

 

Yunanlıların İzmir'e asker çıkarttığı yerel ve giderek Ege Bölgesinde irili ufaklı çatışmaların ve direnişlerin yaşandığı günlerde M. Kemal ve daha sonra Ankara ekibini oluşturacak olan kimseleri büyük çoğunluğu İstanbul'daki hükümet değişiklikleri ile kah sarayla, kah İngilizlerle pazarlık içerisinde kendilerine çıkış yolları aramakla meşguldü.
İşgalin ve direnişlerin yaygınlaşması üzerine bir kısmı parça parça Anadolu'ya geçmeye başlamışlardır. Parça parça Anadolu'ya geçenlerden biri Çerkez Ethem'in Teşkilat-ı Mahsusa günlerinden tanıdığı Rauf Orbay'dır.
Rauf Orbay, Çerkez Ethem'e Salihli civarında işgalin önünde barikat görevi görecek bir cephe oluşturma görevi verir. İzmir Valisi Rahmi Bey'in oğlunu kaçırıp 50 bin Lira fidye isteyen Çerkez Ethem'i İngilizlere saygı göstermekle suçlayan Doğan Avcıoğlu adeta kendini yadsıma pahasına Çerkez Ethem'in Salihli cephesini oluşturmasını şöyle aktarıyor:
Ethem 8 arkadaşıyla Salihliyle gelir. Orada çetecilikle yetişmiş Drmalılardan bazıları ile birleşir. Balıkesir, Gönen, Kırmanti, Bandırma ve Bursa'da sözünü geçirdiği Çerkezlere haber gönderip çağırır. Ve kuvvetlerine katar. İttihatçı diye İstanbul hükümetince peşine düşüldüğünden Akhisar bölgesinde dolaşan Serenli Parti Pehlivan da Ethem'in hizmetine girer. Böylece güçlenen Ethem kuvvetini arttırmak çabasındadır.
(Doğan Avcıoğlu Milli Kurtuluş tarihi, c.3, sayfa 1117)

 

Ethem'in de kabul ederek ve oluk oluk kan akıtarak oluşturduğu Salihli cephesi o sıralar Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle uğraşan M. Kemal ekibinin ciddi bir nefes almasını sağlar. Çünkü Salihli cephesi ile birlikte her geçen gün biraz daha genişleyen işgal cephesinin önüne önemli bir set çekilmiştir.
Salihli cephesinin oluşumunu bir başka yönünde cepheyi oluşturan Çerkez Ethem'i sonraları Ankara ekibini oluşturacak olan M. Kemal ve arkadaşlarıyla da resmi birlikteliğini başlangıcı olmasıdır.

 


Ankara'nın Ethem'e yegane kurtarıcı olarak sarılması

 

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya padişahın donattığı yetkilerle ve İngilizlerin onayıyla çıkmasına karşılık, Anadolu halkının kendiliğinden işgal karşıtı bir eğilim içerisinde olduğunu görünce hızlı bir Milli kurtuluş çalışmalarına yönelir. Rüzgar öyle esmektedir. Ayrıca rüzgar büyük ölçüde kendiliğindencidir. Merkezi bir önderlikten yoksundur. Mustafa Kemal Paşa kendisine tek otorite haline getirecek bir stratejiyle işe koyulur. Amasya Tamimi, Erzurum, Sivas Kongreleri Ege'de işgalcilere karşı çetelerin, efelerin oluşturduğu barikatlar sayesinde Ankara'da merkezi bir oluşum ortaya çıkarmayı başarır. Ne var ki oluşturulan bu merkezciliğin en küçük bir askeri gücü yoktur. Bütünüyle masa başı bir oluşum halindedir. Bunun farkında ve bilincinde olan M. Kemal Paşa bu önemli açığı ustaca kapatacak ya da handikap olmaktan çıkaracak yolu da bulmakta gecikmez. Anadolu'nun çeşitli yörelerinde işgale karşı direniş yürütmekte olan yerel güçleri iletişim ve haberleşmesini Ankara üstlenir. Ankara'nın bu iletişimi üstlenmesiyle birlikte bütün bilgiler, gelişmeler Ankara'da birleşmeye başlar. Bilgileri gelişmeleri kendisinde merkezileştiren Ankara yavaş yavaş kendisini mücadelenin direnişin merkezi olarak lanse etmeye başladı.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum ve Sivas Kongreleriyle siyasi bir otoritenin Ankara'da oluşumu faaliyetlerini yürütürken Anadolu'nun ağırlıkla Ege Bölgesi olmak üzere çeşitli yörelerinde Kuvay-i Milliye adı altında yerel direnişler kendiliğinden giderek güçleniyordu. Bu gelişim işgalci emperyalistleri, İstanbul hükümetini ürkütmüş olacak ki birbiri ardına iç isyanlar patlak vermeye başladı. Bunların en önemlilerini inceleyelim.

 

Anzavur Ahmet isyanı

 

"Salihli komutanı Ethem Beyefendiye (10 Mart 1920)

 

Biga civarında kuvvetlerimizi bozmayı başaran Anzavur melunu birkaç gün önce Gönen üzerine ilerleyerek Kaymakam Rahmi Bey alayını yenmiş... Esir ettiği subayları ve askerleri halife adına yemin ettiriyor. Sonra serbest bırakıyor. Böylelikle zihinleri karıştırıyor. Ve Kuvayı Milliye aleyhine tahrik ediyor. Durumu tehlikeli gören kolordu komutanlarımız Yusuf İzzet Paşa Bandırmadan çekilmiş Anzavur ise Bandırma'ya girmiştir...Asilerin Balıkesir'i ellerine geçirmeleri Yunanlılarla ilişki kurmalarına olanak sağlayacaktıki, bunun ne kadar vahim bir sonuç doğuracağını tahmin edebilirsiniz...Bu yüzden bizzat ve herhalde kafi bir kuvvetle ve süratle Balıkesir'e hareket ediniz. 28. Tümen Komutanı Albay Kazım Bey. (Çerkez Ethem Hatıralarım Berfin Yayınları sayfa 19-20)

 

Kuvayi Seyyare komutanı Çerkez Ethem bu telgrafı aldıktan iki gün sonra Balıkesir'e ulaşır. 9-10 saat süren bir yoğun çatışma sürecinden sonra Anzavur Ahmet'in kuvvetleri büyük bir bozguna uğrar.
Anzavur kuvvetlerinin dağıtılmasından sonra kısa bir süre sonra Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile Çerkez Ethem arasında şu telgraf konuşması geçer:
"İnönü: Merhaba Ethem Bey! Nasılsınız iyisiniz inşallah. Gazanız mübarek olsun.
Ethem: Merhaba Efendim. Teşekkür ederim. Ben iyiyim. Siz nasılsınız?
İnönü: Genel durumumuz iyi değil. Mustafa Kemal Paşa ve Reşit Bey yanımdalar. Makine başındayız. Size genel durumu izah ederken bazı acı haberlerde vereceğim.
Ethem: Söyleyiniz efemdim. Acı da olsa gerçeği bilmek daha iyidir.
İsmet Bey: Sizinle şu görüşmeyi temin edebilmek için çok zorluğu uğradık. Bazı yerlerde şimendifer tellerinden yararlandık. Birçok yerde itibarımız yoktur. Merkezde ise kuvvetimiz kalmadı...Bulunduğunuz yerde ikinci derecedeki işleri tümen komutanı Kazım Bey'e bırakarak Geyve Boğazı'nda Ali Fuat Paşa'nın yardımına koşmanızı rica ederiz.
Ethem: Yarın Geyve'ye hareket edeceğim.

 

Çerkes dediği gibi yapar. Geyve'ye ulaşır ulaşmaz hemen bir taarruz planı yapar.
Çerkez Ethem'in kuvvetleri ile İstanbul hükümetinin olan İnzibatiye Kuvvetleri arasında Geyve Boğazı'nın gerisinde şiddetli bir çatışma yaşanır. Kuvay-i Seyyare büyük bir başarı kazanır.

 

Düzce isyanı

 

Çerkez Ethem kuvvetlerinin büyük bir kısmı ile birlikte Adapazarı muhitinde bulunurken Düzce yöresinde İstanbul hükümeti yanlısı yeni bir ayaklanma belirir. Çerkez anında isyan büyümeden müdahalede bulunabilmek için Hendek üzerinden Düzce'ye hareket eder. Çerkez Ethem kuvvetlerinin bu ani müdahalesi ile duruma kısa sürede hakim olunur. Çerkez Ethem biran önce Yunan cephesine dönmek istemektedir. Tam bu esnada Ankara'dan Ali Fuat Paşa aracılığıyla Çerkez Ethem'e bir telgraf gelir. Telgrafta Çapanoğullarının ayakladıkları bu yüzden acilen Yozgat'a gitmesi istenmektedir. Çerkes Ethem ise bir an önce Yunan işgalinin devam ettiği Batı Cephesine dönmeyi arzulamaktadır. Telgrafı Ethem'in ağabeyi Reşit'in Adapazarı'na gelmesi izler. Reşit Bey de kardeşi Çerkez Ethem'in Yozgat'a gitmesinde ısrar etmektedir. Çerkes Ethem'in batı cephesinde aldığı haberler, Yunanlıların işgali yayma hazırlıklarını yoğunlaştırdıkları yönünde idi. Buna rağmen Çerkez Ethem Ankara'nın ve ağabeyi Reşit Beyin ısrarlarına dayanamaz. Birliklerinin bir kısmını Yunan saldırısını karşılamak üzere Salihli'ye gönderirken kendi de Ankara'ya geçer.

 

Ethem Atatürk'ün yüksek konuğu

 

Ankara'da Ethem başta Mustafa Kemal olmak üzere iltifatlarla karşılanır.
Çerkes Ethem'in Ankara'ya gelişini Halide Edip Adıvar şöyle anlatır:
"Ethem Ankara'ya silahlı kuvvetleriyle girdiği zaman sokaklar doldurulmuştu. Adamları arasında kadınlar da vardı. Ethem büyük şevkle karşılandı. Mustafa Kemal paşa otomobilini ona verdi. Bu Ankara'da bulunan tek otomobildi. Ethem TBMM'e geldiği zaman coşkunlukla karşılandı." (Dağa Çıkan Kurt)
Çerkes Ethem Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'nın özel konuğudur. Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü Çerkez Ethem'i ziyarete gelirler. Sohbet konusu mevcut durum ve Yozgat isyanıdır. Bu toplantıda Çerkes Ethem ile İsmet İnönü ilk kez yüzyüze gelmektedirler. Konuyu İsmet İnönü açar. Bizim Yozgat dolaylarındaki ayaklanışı ne yazık ki kökünden söndürecek bir gücümüz kalmamıştır. Bu gerçeği acı da olsa aramızda açığa vurmalıyız. (H.İzzettin Dnoma, Kutsal İsyan c.7 sayfa 219)
Ankara'da gerçekleşen bu toplantı ve tartışmaya ilişkin olarak Çerkes Ethem hatıralarında oldukça ayrıntılı bilgi verir:
"İsmet Bey: İstirahate olan ihtiyacınıza rağmen ziyaretçiler üşüşmeden mevcut önemli sorunlar hakkında lütfen görüşmelere başlayalım. Bilhassa malum olan şu isyan meselesi hakkında yolumuzu ve kararımızı tespit edelim ki, istiharati kalp ve sukuneti fikirle hem istiharatinizin teminine ve hem de diğer musahafemize sıra gelsin.(....) Son istirhamımız üzerine, Eskişehirden cepheye sevkiyatınızın geri bıraktırılmasına dair emir vermeye herhalde unutmamışsınrızdır."

Çerkes Ethem: Evet, cepheye olan asker sevkiyatımız zaten genel değil. Yozgat cihetine ilişkin düşüncenizi dikkate alarak kuvvetlerimin çoğunu Eskişehir'de tutuyorum.

Zaten Ankara'yı ziyaretler maksadım da daha çok benim önemsiz gördüğüm ve sizin pek çok önem verdiğiniz Yozgat cihetindeki isyanın derecesini hakkıyla anlamak, sonra Yunan cephesine dair tehlike arzeden şüphelerimle mukayase ederek ona göre çok önemlisini tercih ederek, yahut mümkün mertebe her iki ciheti de ihmal etmeyerek hatasızca bir karar vermemiz içindir.
Fevzi Paşa: Biz hiç ihtimal vermeyiz ki, Yunan ordusunun ciddi bir taarruzu karşısında bulunmuş olalım. Eğer Yunanlıların öyle bir niyeti ve yeteneği olsaydı, bu taarruzu 3 aydır devam eden iç ihtilallerimizin şiddetli geçen safhaları sırasında yapmaları lazım gelirdi.
İsmet Bey: Bununla beraber biz cepheleri de ihmal etmek taraftarı değiliz. Asıl gaye ve amacımız vatanı düşman ayağından temizlemektir. Yunan ordusu en tehlikelisidir. Bu böyle olmakla beraber, iç sorunlarda çok önemli bir esas teşkil eder. Bizim Yozgat ve civarındaki isyanı kökünden söndürmeye maalesef bir kuvvetimiz kalmamıştır.

 

Not: Bu yazı C.Kutay'ın Çerkez Ethem Dosyası'ndan özetlenmiştir.

 

Milli Kahraman Çerkes Ethem :



Çerkes Ethem, Mustafa Kemal'in Anadolu'da dayandığı askeri gücün sahibiydi; Büyük Millet Meclisi'nin 'Milli Kahraman' unvanı ile onurlandırdığı bir kişiydi. Ancak, Ankara'nın yeni hiyerarşisiyle uyuşamayınca Yunan'a sığındı ve hain ilan edildi

 

 

AVNİ ÖZGÜREL

1920 senesinin aralık ayı Milli Mücadele sürecince Ankara'nın, daha doğrusu Mustafa Kemal'in tek güç haline gelişine ifade eder. Oraya gelene kadar geçen birbuçuk yıl zarfında çevrelerinde işgale karşı yerel direnişi ve iç muhalefet odaklarınının bastırılmasını örgütleyen; bu sebeple itibar edilen ama kendilerini 'uç beyi' gibi görmeleri yüzünden merkezi otoritenin etkisini zayıflatan çete reisleri bir bir saf dışı edilmişti.
Tasfiye ve isyan hareketlerinin bastırılmasında başvurulan güç Çerkes Ethem'di. Sonunda düzenli birlikler toparlanıp mücadelenin geleneksel askeri hiyerarşi içinde devam etmesine uygun zemin oluşunca sıra onun sahneden çekilmesine geldi. 9 Aralık 1920'de Ethem'le Ankara arasında ipler koptu.
Ethem, Demirci Mehmet Efe'ye "... Seni, Yörük Ali Efe'yi, beni ve bazılarını her ne şekilde olursa olsun imhaya karar vermişlerdir. (...) Hasılı selametimiz biribirimizle sıkı bir irtibat temin ederek birlikte hareket etmektedir. Kuvvetleriniz arasına katiyen ordunun vereceği kimseyi almayınız..." mealinde bir telgraf çekerek 'bayrak açtı...'

'İşgal'in önemi
Bizde ulusal direnişi Anadolu'nun işgali ve buna karşı verilen 'Kurtuluş Savaşı' ekseninde yansıtan bir resmi tarih anlayışı hâkim. Bunun için yeni kuşaklara 'Ankara'nın iç âlemi' yeterince anlatılmış değil. Oysa açık söyleyeyim Milli Mücadele sürecinde 'işgal' tali bir durumdan öte kıymet taşımaz. Hatta Mustafa Kemal 'işgali' ulusal direnişin kenetlenmesi bakımından kullanmıştır demek mümkün.
İstanbul işgal edilmemiş olsa Ankara'da BMM'nin toplanması zorlaşırdı; keza İzmir işgal edilmemiş olsa halkın ulusal direnişe katılımı bu denli güçlü ve erken gerçekleşmeyebilirdi. Bu bakımdan meseleye strateji penceresinden bakan bir kurmay subay olarak işgal Mustafa Kemal'in gözünde hiçbir zaman 'kolay defedilebilecek bir vaka' olmanın ötesine geçmemiş; ya da daha doğru bir ifadeyle Anadolu'da siyasi birliğin, otoritenin sağlanmasından daha önemli olmamıştır.
Nitekim Sakarya Savaşı'na kadar Türk ordusu düşmanla doğru dürüst karşılaşmamıştır. 1. ve 2. İnönü 'savaşları' askeri açıdan düşmanın güç yoklamak amacıyla yaptığı 'keşif taarruzu' dur. Zaten zayiat denilebilecek seviyede bir kayıp da yoktur.

 

Temel mesele: Otorite kurmak
Ama Milli Mücadele'nin temel meselesi ve derdi ülke içinde siyasi/askeri otoritenin tek elde toplanmasıdır. 1919 Mayıs'ında yani Mustafa Kemal'in Samsun'a geçtiği günlerde Anadolu'nun manzarası Ankara Meydan Muharebesi'nde Timur karşısında Yıldırım Bayezid'in yenilmesiyle girilen 'Beylikler Dönemi'nden farksızdır.
Bulundukları mahalli kurtarmayı hedefleyen ve 'Müdafayı Hukuk' adıyla kurulmuş 30'a yakın dernek vardır ve bunların kendi çaplarında 'hükümetçik'ler olup bir yandan asker diğer yandan gönüllü ya da gönülsüz vergi topladığı bilinmektedir. Oysa Ankara'ya geldiğinde Mustafa Kemal'in çevresinde kişisel güvenliğini sağlamaya dahi yetmeyen küçük bir muhafız kıtası vardır.
Erzurum ve ardından Sivas kongrelerinin iki amacı vardır: 'Vatanı bütün olarak savunmak' ve 'Mücadeleyi siyaseten sorumlu heyet eliyle sürdürmek...'
İlk bakışta 'zaten herkes vatan müdafaasından yana...' ya da 'ölüm kalım mücadelesinde siyasi hesap yapmadan kenetlenmek kolay...' sanılabilir. Ama öyle olmamıştır.
Etnik farklılıkların, mahalli liderlerin iktidarlarını sürdürme arzularının su yüzüne çıktığı süreçtir bu. İstanbul'un benimsediği teslimiyetçi tavır bu arzuların dayanağı, Ankara'ya itirazın gerekçesidir kuşkusuz ama ne tek ne de gerçek izahı değildir. Söylemek istediğim Ankara'nın düşmandan önce 'isyanlarla' uğraşmak zorunda kaldığıdır.

 

'Hep bunlarla uğraştım'
Benim yaşımdakiler 21 Mayıs ve 22 Şubat ihtilal girişimlerini hatırlayacaklardır. 27 Mayıs darbesini onaylamakla birlikte ihtilal komitesine dahil edilmemiş kadronun öfke kabarmasıdır her iki girişim de. Lakin bakış açınızı değiştirip yaklaştığınızda 'darbecilerin' tamamının Çerkes kökenli olduğunu görürsünüz.
Hadise sırasında İsmet İnönü başbakandır. Ve olayları şimdi Ankara Radyosu'nun yanında Türk Hava Kurumu tarafından kullanılan ama o yıllarda Hava Kuvvetleri Komutanlığı olan binada izlemekteydi. Dönemin gazetelerinde hadisenin kontrol altına alınmasından sonra binadan çıkan İsmet İnönü'nün bir sözü yer aldı ama buna özel bir anlam da yüklenmedi, "Bunlarla yıllardan beri uğraşıyorum ben.." diyordu Paşa.
Neydi 'Çerkes'lerle alıp veremediği derseniz onu anlatacağım. Ama hatırlatmak istediğim bir husus var. Gerek Erzurum Kongresi'nde gerekse Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal'in yanında yer alan kadronun (Rauf Orbay -Çerkesler arasındaki adıyla Aşharuva Rauf- Fethi Okyar ve ilah...) büyük çoğunluğu Çerkes, Adıgey, Abaza olduğunu unutmamak lazım. Ve nihayet Anadolu direnişinin ilk günlerinde neredeyse Ankara'nın elindeki tek askeri gücün Çerkes Ethem çevresinde toplanmış kuvvet olduğunu da...

 

'Türk, Kürt, Çerkes el ele'
Ancak Milli Mücadele şekillenmeye başladığında bir gelişme oldu ve Mustafa Kemal'in yakın çevresinde değişiklik yaşandı. Lider yola birlikte çıktığı kişilerden ayrıldı, mücadeleye sonradan hatta bir bakıma fazlaca inanmadan- katılan 'emir/kumanda adamları' ön plana geçti. Bu değişimin Mustafa Kemal'in arzusu olmaktan çok 'yeni gelenlerin manevrası' olduğu yolunda işaretler var. Nitekim aynı günlerde Ankara'dan Çerkes Ethem'in ağabeyi Reşit Bey'e gönderdiği 7 Ocak 1920 tarihli telgrafında Mustafa Kemal, "Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkes kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baş tacımızdır. Bugün düşmanlarla çevrili Türk, Kürt, Çerkes ve diğer din kardeşlerimizin el ele vermesi, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur..." diyordu.
Muhtemeldir ki İsmet Paşa başta olmak üzere mücadelenin rütbeli diğer zevatı Çerkes Ethem'in BMM Genel Kurulu'nda coşkuyla karşılanmasına bakıp ürktüler... Milletvekilleri tarafından tam bir kahraman gibi karşılanan ve dakikalarca süren alkışların kesilmemesi üzerine utançtan terleyen Ethem, İsmet Paşa konusundaki hissiyatını anlatırken şu tespiti yapar: "İlk defa karşıIaşıyorduk. Daha sonra hayatımdaki menfilik ve haksızlıkların kaynağı olan bu zatın ilk anda üzerimdeki intibaının derin olmadığını, çehresinin ve hareketlerinin bariz hususiyet ifade etmediğini itiraf ederim. Fakat konuştukça ve fikirlerini dinledikçe, onu birçok meziyetleri bulunan erkân-i harp hususiyetleri taşımakla birlikte hiçbir zaman zaferi temsil edecek kumandanlık vasfına sahip bulamadım."
Şurası kesindir ki Ethem'e 'Çerkes' lakabını takan İsmet Paşa'dır. Kendisine sorulduğunda bunu 'övgü' olarak kullandığını söyler; ama Ethem öyle anılmaktan rahatsızdır: "Hepimiz Osmanlı'ydık... Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsaydı bu vatanda seceresi karışmamış kim kalırdı."
Ethem'in Yozgat isyanlarını büyük bir maharet ve süratle bastırması da onu aynı yerde daha önce başarısız olmuş bazı kumandanların kıskançlık ve rekabet hislerine hedef haline getirdi. Nitekim Ethem'e göre Ali Fuat Paşa'nın Garp Cephesi Kumandanlığı'ndan ayrılmasının hakiki sebebi, "İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa'yı ikna etmeleri ve yolda vaziyeti müsait bulmalarıdır."

 

Son dönemeç
Saf dışı edilmesine karar verilmiştir Ethem'in. Ve manevra İsmet Paşa'nın sorumluluğundadır. Ethem geç fark ettiği oyuna son anda müdahale ederek bir deneme yapar. Ama Paşa sadece asker değil siyasetçidir de... Ansızın maiyetiyle birlikte Eskişehir'e gelip doğruca yanına giren Ethem'i yatıştırmayı başarır. "Başını kaldırınca beni gördü. Bakışlarında hayret ve ürkeklik vardı. Ayağa kalktı, şaşırmıştı tereddüt geçirdi, sonra süratli adımlarla bana doğru geldi. Yüzündeki şaşkınlığı hemen tebessüme çevirmeyi başardı. İki eliyle ellerimi tuttu, daha sonra ellerini kollarıma doğru çıkardı ve o vaziyette konuşmaya başladı:
-Ne vakit teşrif buyuruldu? Elleriniz sıcak ve ateşli. Doktorunuz seyahatinize nasıl müsaade etti? Hastalığınızı hakikaten merak ediyordum. Şöyle buyurun.
Fakat Ethem kararlı görünür ilk başta..
-Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhime gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor. Rica ediyorum, eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyin...
Arada itiraz eden İsmet Paşa'yı susturur Ethem, sözlerini sürdürür...
-Ben sizinle açık ve ciddi konuşuyorum ve böyle olmanızı rica ederek açık ve samimi cevap bekliyorum...
Söz İsmet Paşa'dadır artık...
-Allah fesatçıların cezasını versin Ethem beyefendi... İtimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı'nı aldım... Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı hisde olduğunuzu çok iyi biliyorum."
Böylece teskin olur ve endişelerden büsbütün kurtulmasa da içi ferahlamış olarak Eskişehir'den ayrılır Ethem.

 

'Hayatımın hatası'
Ama İsmet Paşa'nın gözünde 'hükümlüdür' artık... BMM ordularıyla Yunan kuvvetleri arasında sıkıştırılır Ethem. Mebusların arabuluculuk çabaları yetmez durumu kurtarmaya. Ve 'hayatının hatasını' yapar Ethem, BMM'ye telgraf çeker. O ana kadar kendisinden yana olan milletvekilleri dahil herkes tehdit olarak algılar orada söylediklerini ve Meclis'ten ilk defa istediği desteği bulur İsmet Paşa.
Ethem hatasını anlar ama iş işten geçmiştir. Partı Pehlivan'ı silahları ve askerleri Batı Cephesi kumandanlığına teslimle görevlendirir ve mukadder akıbetine doğru yola çıkmak için Uşak'taki Yunan kumandanlığına başvurur. Siyasi tarihimizin başkaları için de kullanılmış 'politik küfür'ünün yafta olarak onun boynuna da takılması gecikmez: Hain!
Burada soluklanıp bir yorum yapayım... Çerkeslerde genel bir halin ifadesi midir bilmem. Ethem gerek Ankara'da Ziraat Mektebi'nde Mustafa Kemal'in yanına geldiğinde gerekse Eskişehir'de İsmet Paşa'nın odasına daldığında kendince kararlıydı. Ama tarihin akışını değiştirecek 'son adımı' atma cesaretini gösteremedi. Gösterseydi iyi olurdu demiyorum; hatta çok şükür ki göstermemiş. Ama şayet o adımı atsaydı, bugün herhalde çok farklı bir tablo içinde konuşuyor olurduk. Rauf Orbay, Fethi Okyar ve onlardan sonra Talat Aydemir de hep 'son adımı' atamamış kişilerdir. Biliyorsunuz Aydemir Çankaya'da Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı tecrit ettiği halde İnönü'nün dışarı çıkmasına izin verdiği an 'kaybetti'. Gerisi o maceranın trajik finalidir.

 

Ethem yanına bir şey almadı
Çerkes Ethem'e döneyim. Elinin altında hayli maddi kaynak olmasına rağmen Yunanlılara teslim olma kararını verdiğinde cebindeki üç-beş kuruş dışında yanına bir şey almadı. Nitekim Atina'ya götürülüp tedavisine Almanya'da devam edilmesi kararı üzerine oradan ayrıldığında günlerce pekmeze ekmek banarak karnını doyurmaya çalıştığını da biliyoruz. Ethem'in gurbet günlerinde hayalini kurduğu gelişme Enver Paşa'nın muzaffer olmasıydı.
Onun şehit olduğu haberini aldığında bütün ümidini kaybettiğini söylemeye gerek yok. Almanya'dan Mısır'a oradan da Ürdün'e gidip yerleşti. Türkiye'de 150'likler listesindeydi. 1937'de diğerleriyle birlikte Ethem de affedildi ve ülkeye dönmesine izin verildi. Atatürk'ün ona para ve pasaport gönderttiği söylenir. Kardeşleri döndüler. Ama o ' Boynumda hain yaftasıyla mı, asla..' diyerek daveti reddetti:
"Ben milletime ve tarihe hain diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkûm edilmiş bir adamım. Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücadele'de hepsinden kıdemliyim. Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım. Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hâkimler önüne çıkabilecek miyiz? Haydi bunlar oldu diyelim; ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatleri nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatları ele almasını ümit ederek gözIerimi kaparım."
Ethem 1948 Eylül'ünde Amman'da hayata gözlerini yumdu. Şeria Nehri'nin kenarında mütevazı bir törenle toprağa verildi..

 

Aznavur kimdi?
Ahmet Aznavur 'Büyük Çerkes Sürgünü' sırasında (1864) Adigey'den göç ederek Marmara yöresine yerleşen Ançok ailesinin bir ferdi. Jandarma subayıydı ve 1. Dünya Savaşı başladığında binbaşı rütbesini taşıyordu. Yusuf İzzet Paşa'nın tavsiyesiyle Teşkilat-ı Mahsusa'ya alınarak Kafkas cephesinde görevlendirilmişti.. Cesur, becerikli ve rütbesinin üstünde görevler üstlenebilen bir kişiydi. Teşkilatı Mahsusa'nın efsanevi başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı gibi o da kendisini Enver Paşa'ya bağlı hissediyor; Mustafa Kemal'e öfke duyuyordu. Gönen ve Manyas yöresindeki Kafkas göçmen köylerinden topladığı gönüllülerle Marmara yöresinde Kuvayı Milliye aleyhine ilk karşı ihtilal hareketini başlattı. Niyeti Ankara'yı zaptedip Milli Mücadele'yi Enver Paşa'nın yönlendirmesine amade kılmaktı. Karşısına Çerkes Ethem çıktı. Onunla Geyve Boğazı'ndaki çarpışmalarda başarı sağlayamadı, atından düşerek yaralandı, İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. Ançok Ahmet Aznavur daha sonra Biga tarafına geçtiyse de 1921 yılı şubat ayı sonunda Eskişehir İstiklal Mahkemesi'nce gıyabında idam cezasına çarptırılınca etkinliğini tamamen yitirdi. 15 Nisan 1921'de Karabiga dolaylarında bir Arnavut çetesinin pususuna düşerek öldürüldü, başı kesildi. Cenazesi Biga'nın Buzağılık köyüne defnedildi.

 

 

 

AVNİ ÖZGÜREL

 

Ürdün'lü Yaşlıların Ağzından Çerkes Ethem :

Ürdün’lü Yaşlıların Ağzından Sürgünde Ölmeyi Kader Edinen
                    ÇERKES ETHEM

 

                       Muhittin Ünal

 

Kurtuluş Savaşı’nın öncülerinden ve kahramanlarından iken daha çok kendisinin dışında gelişen olaylar ve kararlar sonucunda araştırmacı-yazar sayın Orhan Asena’nın tabiri ile o günün koşulları gereği zorunlu olarak ülkeyi terk eden Çerkes Ethem Bey’in Ürdün’deki yaşamı yeterince bilinmemektedir. Ayrıca 1923-1938 dönemi içerisinde değişik zamanlarda değişik basın organlarındaki sür manşetlerle Ethem Bey ve adamlarının Atatürk’e suikast maksadıyla Türkiye’ye geldikleri gibi haberler yer almıştır. Bunlardan en önemlisi Ali Saip Ursavaş ve arkadaşları hakkında 1935 yılında açılan dava olup, iddiaların asılsızlığı anlaşıldığından beraat kararı verilmiş ve zanlılar serbest bırakılmıştır.
Ayrıca, ölüm şekli ve mezarı konusunda da çelişkili beyanlar mevcuttur.
1998 yılında Amman’a gitmek nasip olduğunda imkanlar oranında Ethem Bey’in Ürdün’deki yaşamını yakınen bilen yaşlılarla görüştüm ve beyanlarını tutanaklara bağladım. Bir çok yaşlı ile görüştükten sonra mezarının yerini de buldum. Ürdün yasaları gereği 38 yıldır ölü defnedilmeyen ELMUSDAR mezarlığında Habjoka ailesinin aile kabristanı içerisinde gömülü bulunan Ethem Bey’in mezarının ve diğer tüm mezarların perişan halinin nedenini sorduğumda anlamakta zorlanabileceğimiz bir cevap aldım. İki yıl sonra, yani son ölünün defin tarihinden 40 yıl sonra, mezarlık tümüyle kaldırılacak ve otopark, ticaret merkezi ve yeşil alan olarak yeniden düzenlenecektir. Bu düzenleme yapılmadan önce dileyen aileler aile mezarlarını yeni mezarlıklara nakledebilecektir. Sahibi çıkmayanları da devlet toplu olarak nakledecektir. Bu nedenle Reşit Bey’in oğlu Aslan Bey’in çocuklarını bulup kendilerine durumu anlattım. Gerek Aslan Bey’in çocukları gerekse Çerkes Dernekleri zamanı gelince mezara sahip çıkacaklarını ve gereğini yapacaklarını va­det­tiler.
Ammanlı ve Çerkes kökenli olup Ethem Bey ile uzun süre beraber olmuş ve onu yakından tanıyan 5 yaşlının ifadelerini hiç değiştirmeden, olduğu gibi yayımlıyorum. İfadelerdeki bazı çelişkilere rağmen bilmediğimiz veya bugüne kadar yanlış bildiğimiz bazı şeyleri ifade metinlerinden anlamak kabil olacaktır. Ethem Bey konusunda yazan araştırmacıların da alabilecekleri bazı mesajların olduğunu sanıyorum. Ankara, 28.5.1999
GÖRÜŞME TUTANAĞI 1
Amman Wadi Sir Derneği Başkanı ve 79 yaşındaki Mececiko Şapsığ İdris’in, Ethem Bey konusundaki sorularımıza cevaplarını içeren görüşme tutanağıdır:
“Ethem Bey önceleri yeğenleri Hakkı ve Arslan beyler ile kalıyordu. Arslan tütün fabrikasında çalışıyordu. Sonradan Arslan Bey ĞOR tarafına gidip tarımla uğraşmaya başladı. Hakkı da yasaklı olmadığı için Türkiye’ye döndü. Ethem de Wadi Sir Derneği’nin yaptırmış olduğu kerpiç sıra evlerden birinde kalmaya başladı. Herhangi bir iş yapmadı. Arkadaşlarının ve komşularının verdikleriyle yaşadı. Üç gün aç kaldıysa bile kimseden birşey istemedi. Konuşmayı sevmezdi. Uzunboylu, çakır gözlü, sürekli huzursuz ve öldürülme kuşkusu içindeydi. Arslan Bey buradan ayrıldıktan sonra kışları onun yanına gider orada kalır, yazın dönerdi. Nefes darlığı rahatsızlığı nedeniyle yazları bir süre Suwilah’da da kaldı. Reşit Bey geldiği günden itibaren sürekli olarak Hurma İlyas ve Zekeriya’nın tahsis ettiği evde kaldı. Hoşsohbet ve topluma giren birisiydi. İsrail kurulmadan önce Arap-İsrail savaşı sırasında nehrin bu tarafında birlikte savaşı izliyorduk. Ethem Bey, bu savaş Filistinlilerin geri dönüşü için değil İsrail’in kurulması için yapılıyor, savaşı Arap alemi kaybedecek demişti ve öyle de oldu. Ethem’e burada askeri bir görev teklif edildiğini hiç anlatmadı. Sadece Mustafa Kemal’in para ve pasaport gönderdiğini, Ethem’in de “ianeye ihtiyacım yok, yargılanıp aklanmayacaksam dönmenin bir anlamı yok” diyerek reddettiğini biliyorum. Ethem’in Mustafa Kemal ile ilgili kötü söz sarfettiğini duyan olmamıştır. Ama İsmet Bey için ve Reşit Bey için söylerdi. Anzavur ile olan savaşlarında da hatanın Anzavur’da olduğunu, hatırlı kişileri gönderip ikaz ettirdiğini ama dinlemediğini o günün koşulları gereği üzerine gittiğini, birçok konuda kendisini yanıltanın ve harcayanın kardeşi Reşit Bey olduğunu, Mustafa Kemal’in Reşit’i de kendisini de kullandığını, isyanları bastırdıktan sonra kendisine ihtiyaç kalmamış olmalı ki, İsmet Bey marifetiyle inadına inadına üzerine gelindiğini ancak insanları kırdırmamak ve bazı karşı önerilerine rağmen başka türlü hareket olanağı bırakılmadığı için adamlarını serbest bırakarak ve geçiş protokolu imzalamak suretiyle Yunanlılar’a teslim olduğunu ama onların da sözünde durmadığını, İstiklal Mücadelesi’nin ilklerinden olmak ve iyi niyetle hizmet etmekten başka bir hatasının olmadığını geniş katılımlı bir toplantıda bir bir anlatmıştı. Eğer Ethem Bey önce ölmeseydi, Reşit Bey de dönemeyecekti. Zira onun akıbetini hazırlayanın kendisi olduğunu biliyordu. Aytek ve Hakkı gelip zorla ikna ederek geri götürdüler. Bir toplantıda Sultan Abdülhamit halledilince Yahudi kökenli 4 mebusun nasıl naralar atarak kucaklaştıklarını, Osmanlı’nın hatalarını kollayarak Yahudilerin yıllarca sessiz sedasız nasıl hazırlık yaptıklarını planlarını gizli gizli nasıl uyguladıkların anlatmıştı. Zaman Reşit’i haklı çıkardı.” dedi. İfadesi okunduktan ve açıklandıktan sonra imza altına alındı. Amman, 2.3.1998.
Görüşme yapanlar: Muhittin Ünal, Muhammed Ğassan Abaza,
Bildiklerini anlatan: Mececiko Şapsığ İdris.
 
GÖRÜŞME TUTANAĞI 2
Ürdün’ün başkenti Amman’ın bir semti olan Wadi Sir Kafkas derneği salonunda tanıklar huzurunda konuştuğumuz 79 yaşındaki Şoproka Hüsni’nin Ethem Bey ile ilgili sorularımıza vermiş olduğu cevap tutanağıdır:
“Wadi Sir’da eskiden bir derneğimiz vardı. Bu derneğin bitişiğinde tek odalı kerpiç evler vardı. Onlardan birisini de Ethem Bey’e vermişler ve orada tek başına kalıyordu. Uzun boylu cam renginde gözleri olan, tam anlamıyla Çerkes tipli birisiydi. Evine de rahatlıkla girip çıkıyorduk. Ama yaşımız gereği önem vererek olanları enine boyuma tartışmazdık. Kendisi de geride kalmış hadiselerden bahsetmeyi sevmezdi. Türkiye’den zaman zaman gelen Çerkesler, bu adam Çerkesler’e kötülük yaptı, neden O’nu koruyorsunuz demişlerdi, ama aldırmadık. Özellikle Duğuj Yusuf ve Ketej Hako Selim O’nu sahiplenmişlerdi. Onlar ve komşuların yardımıyla yaşardı. Kendisi de bekar işi bir şeyleri yapabiliyordu. Bir gün bir dükkanda akrabam İsa da varken Arap-İsrail savaşı konu oldu. Bazı Araplar’ın Yahudiler’e yardım edişini anlayamadığını söyleyince, İsa da “Sen de Yunan’a yardım etmedin mi?” deyiverdi. Ethem önce şaşırdı, sonra böyle bir şeyin kesinlikle varid olmadığını kesin bir dille söyledi. Bu arada Arap-İsrail savaşının sonucunu da önceden söyledi. Kendisi Türkiye’den gelecek birileri tarafından öldürüleceği endişesi içindeydi. Gece gezerken eli hep tabancasının kabzası üzerinde ve tetikteydi. Türk ve Ürdün hükümetleri arasında Ethem Bey’in Ürdün dışına çıkarılmaması için anlaşma vardı. Sadece bir kez Türkiye’ye gitmeyi denedi ve Suriye’de yakalanıp geri getirildi, iki ay hapis yattı. Hapishane yöneticisi bir Arap, Ethem’e şöyle yaptım, böyle yaptım diye övününce gençler olarak onun ağzının payını verdik. Türkiye’ye gidip Mustafa Kemal’i öldürmek gibi bir kastının ve düşüncesinin olduğunu duyan olmamıştır. En yakın dostlarından olanlar dahi böyle bir şeyi duymuş ve kuşkulanmış değildirler. O’nun böyle bir düşüncesinin olduğuna bugün de inanmıyorum. Büyük kardeşi Reşit Bey ise hep “Hurmalar”da kaldı. O’nu fazla tanımadım. Yalnız Ethem Bey, şu anda İngiltere’de yaşamakta olan Muhammed Hayır adındaki bir hemşehrimize bir şeyler yazıp vermiş. Zamanı gelince bunlar çok işe yarayacak diye de tembihatta bulunmuş. Abu Mervan bu konuyu daha iyi bilebilir. Benim bu konuda bildiklerim bunlardan ibarettir” dedi. İfadesini okuyup huzurumuzda imza etti. Amman Wadi Sir derneği, 28.2 1998.
Görüşmeyi yapanlar: Muhittin Ünal, Muhammed Ğassan Abaza
Anlatan: Şoproka Hüsni

 

GÖRÜŞME TUTANAĞI 3
Amman Wadi Sir Kafkas Kültür Derneği’nde görüştüğümüz 75 yaşındaki Şhalduğ Nurettin’in Ethem Bey konusunda kendisine yönelttiğimiz sorulara vermiş olduğu cevapları içeren görüşme tutanağıdır.
“Ben o tarihlerde dükkanda çalışıyordum. Ethem Bey de gelir giderdi. Uzun boylu, yakışıklı, cam gibi gözleri olan bir l kişiydi. Fazla konuşmazdı, ağzı sıkı birisiydi. Hayatından mı endişesi vardı bilmiyorum ama şüpheci bir tavır içindeydi. Çerkes terbiyesi almış birisiydi. Suriye’ye bir kez gitmişti. Onda da yakalanıp iade edildi ve hapis yattı. Bildiğim kadarıyla Türk ve Ürdün hükümetleri arasında Ethem Bey’in Ürdün dışına çıkarılmaması konusunda bir mutabakat veya anlaşma vardı. Türkiye’ye yönelik bir olumsuz organizasyon içine girdiğini hiç sanmıyorum. Öldüğünde Amman veya Suwilah’a gömüldüğünü sanıyorum. Benim bildiklerim bunlardan ibarettir.” dedi. İfade metni kendisine okunduktan sonra müştereken imza altına alındı. Amman, 28.3.1998
Görüşmeyi yapanlar: Muhittin Ünal, Muhammed Ğassan Abaza
Anlatan: Şhalduğ Nuredin

 

GÖRÜŞME TUTANAĞI 4
Ürdün’ün başkenti Amman’ın bir semti olan Wadi Sir Kafkas Kültür Derneği salonunda tanıklar huzurunda görüştüğümüz 82 yaşındaki Abdürrezzak oğlu Ahmed Hakuj’un Çerkes Ethem Bey konulu sorularımıza vermiş olduğu cevaplar tutanağıdır:
“Ethem Bey’i ilk kez yakinen görüp dinlediğimde yaklaşık yirmi yaşlarındaydım. Hurmalar’ın evinde Reşit Bey kalıyordu. Çok sayıda insanın bir arada olduğu bir toplantıda başlarına gelen olayların oluş şekli konu ediliyordu. Daha çok Reşit Bey konuşuyordu. Ethem Bey hep dinledi ve sonunda “Güç ve kuvvet bendeydi. Tüm isyanları bastırdım. Siyasi amacım hiçbir zaman olmadı. Ama olsaydı da başarabilirdim. Mustafa Kemal, kardeşimi hep kandırıp kullandı, O da beni kandırdı. Mustafa Kemal için bunu normal sayarım. Benim akıbetimi kardeşim Reşit Bey hazırladı” dedi. Türkiye’ye gidip şöyle yapacağım, böyle yapacağım gibi bir konuşmasını duyan olmamıştır. Zaten hep öldürüleceği korkusu ve kuşkusu içinde yaşadı. Hac’dan gelen babamın getirdiği hurmayı ikram ettiğimizde alıp yemedi. 3-4 gün aç gezse bile ağzını açıp bir şey isteyecek bir adam değildi. Öleceği gün hastahanede karşılaştık. Ne yaptığını sorduğumda; “Önemli bir şey yok. Boğazımdaki rahatsızlığım için ameliyat edilme ihtimalim vardır, onun için buradayım” karşılığını vermişti. Görüşmemizden sonra aynı gün ameliyat oldu. Fakat ameliyat masasında can verdi. Suwilah’a mı yoksa buraya mı gömüldü, iyice bilemiyorum. Çok enteresan bir insandı. İri yarı, çakır gözlü ve yakışıklı bir adamdı. İkinci Dünya Harbi’ni yakından izliyordu. Gelişmeleri radyodan dinleyip haritalara iğneler batırarak izlerdi. Savaşı merak edenler gidip O’ndan bilgi alıyorlardı. Benim konuyla ilgili olarak bildiklerim ve söyleyebileceklerim bunlardan ibarettir.” dedi. İfadesini okuduktan sonra huzurumuzda imzaladı. Amman, Wadi Sir derneği, 28.2 1998
Görüşmeyi yapanlar: Muhittin Ünal, Muhammed Ğassan Abaza
Anlatan: Ahmed Hakuj

 

GÖRÜŞME TUTANAĞI 5
Ürdün’ün başkenti Amman’ın merkez köylerinden olan Suwilah’ta oturmakta bulunan takriben 70 yaşlarındaki Hacı Kasım Sadettin ile Çerkes Ethem konusunda kendi evinde yapmış olduğumuz görüşmede sorularımıza verdiği cevaplar tutanağıdır:
“Ethem Bey Suwilah’tan önce nerede kalıyordu onu bilemem. Ben okul çağındayken O buraya gelmişti. Bolat Aziz Bey’in eski tip evlerinden ve direkt bahçeye açılan tek odalı bir yerde kalıyordu. Akrabamız olan bu aileye sık sık gittiğim için biliyorum. Şimdi o evler kalmadı. Tamamı yıkıldı ve dernek binası yapıldı. Ethem Bey ile görüşmemiz merhabayı pek geçmedi. Zaten astımlı olduğu için buraya geliyordu. Çalışacak hali de yoktu. İri yarı, zayıf bir adamdı. Entare tarzında ve diz altına kadar inen uzunca bir Arap kıyafetiyle dolaşırdı. Yün çoraplarını da üste giyerdi. Sabah ve akşamları yürüyerek vadiye iner, dolaşır gelirdi. Silah taşıdığını görmedim ama elinde uzunca bir sopa bulunurdu. Kışları Amman’a veya yeğenlerinin olduğu Şuna Menşiye’ye giderdi. Burada kalırken Bolat Aziz ve annesi yardım ediyorlardı. Başka yardım eden komşular da vardı. Ethem’in, zamanında şaşaalı bir yaşam sürdüğü konuşulurdu. Kardeşi Reşit Bey bu köye hiç gelmedi. Hurmalar’ın evinde kaldı. O’nu birkaç kez Amman caddelerinde gördüm. Konuşkan ve heybetli bir yapısı vardı. Ethem Bey’in bende bir resmi vardır. Memlüklüler konusunda araştırma yapan bir avukat Mısır’dan gelmişti. Onlarla birlikte piknikte çekilen bu resmi verebilirim. Bu resimde Ethem Bey hayli kiloludur. Oysa burada kalırken bayağı zayıflamıştı. Ethem Bey burada köyümüzde ölmedi. Bu köy mezarlığına da gömülmedi. Muhtemelen Amman’da öldü ve orada gömüldü. Benim bu hususta bildiklerim bunlardan ibarettir.” dedi. İfadesi okunduktan sonra müştereken imza altına alındı. Amman, 2.3. 1998
Görüşmeyi yapanlar: Muhittin Ünal, Muhammed Ğassan Abaza
Anlatan: Hacı Kasım Sadettin

 

Çerkes Ethem'i doğru anlamak
Cemal Kutay'ın Çerkes Ethem Dosyası'ndan özet

 

 

 

Metin Sönmez

 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol